Yazının orjinali https://www.haberturk.com/107-yasinda-yeniden-turk-vatandasi-3307779
Nazım Hikmet, 9 Ocak 2009'da ölümünden 58 yıl sonra yeniden Türk vatandaşlığına kabul...
Nazım Hikmet eşi Vera'ya yazdığı Saman Sarısı şiirinde Abidin Dino'ya, "sen mutluluğun resmini yapabilir misin" diye sorar...
Abidin Dino'da Nazım'a bir şiir le yanıt verir...
Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna’nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık s... dahaNazım Hikmet eşi Vera'ya yazdığı Saman Sarısı şiirinde Abidin Dino'ya, "sen mutluluğun resmini yapabilir misin" diye sorar...
Abidin Dino'da Nazım'a bir şiir le yanıt verir...
Kokusu buram buram tüten
Limanda simit satan çocuklar
Martıların telaşı bambaşka
İşçiler gözler yolunu.
İnebilseydin o vapurdan
Ayağında Varna’nın tozu
Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan
hasretle kucaklayabilseydim
seninle, bir daha.
Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Başında delikanlı şapkan,
kolların sıvalı, kavgaya hazır
Bahriyeli adımlarla düşüp yola
Gidebilseydik Meserret Kahvesine,
İlk karşılaştığımız yere
Ve bir acı kahvemi içseydin.
Anlatsaydık
o günlerden, geçmişten, gelecekten,
Ne günler biterdi,
Ne geceler...
Dinerdi tüm acılar seninle
Bir düş olurdu ayrılığımız, anılarda kalan.
Ve dolaşsaydık Türkiye’yi
bir baştan bir başa.
Yattığımız yerler müze olmuş,
Sürgün şehirler cennet.
İşte o zaman Nazım,
Yapardım mutluluğun resmini
Buna da ne tuval yeterdi;
ne boya...
Bu gün sevgili şairimiz Melih Cevdet Anday'ın ölüm yıldönümü,sizle güzel bir şiirini paylaşmak isterim.
Melih Cevdet Anday (13 Mart 1915, Çanakkale – 28 Kasım 2002, İstanbul), Türk şair, tiyatro oyunu, roman, deneme, makale yazarıdır. Lise arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat'la birlikte ortaya çıkardıkları Garip Akımı ile Türk şiirindeki yenilenmeyi başlatmıştır. Kolları Bağlı Odysseus ile kendine özgü felsefi şiir akımını başlatmış, Garip Akımı'ndan ayrılmıştır. UNESCO'nun Courrier ... dahaBu gün sevgili şairimiz Melih Cevdet Anday'ın ölüm yıldönümü,sizle güzel bir şiirini paylaşmak isterim.
Melih Cevdet Anday (13 Mart 1915, Çanakkale – 28 Kasım 2002, İstanbul), Türk şair, tiyatro oyunu, roman, deneme, makale yazarıdır. Lise arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat'la birlikte ortaya çıkardıkları Garip Akımı ile Türk şiirindeki yenilenmeyi başlatmıştır. Kolları Bağlı Odysseus ile kendine özgü felsefi şiir akımını başlatmış, Garip Akımı'ndan ayrılmıştır. UNESCO'nun Courrier dergisi, 1971 yılında onu Cervantes, Dante, Tolstoy, Unamuno, Seferis ve Kawabata düzeyinde bir edebiyat adamı olarak gördüğünü açıklamıştır.
DEFNE ORMANI
Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri
için felsefe yapıyorlardı, çünkü
Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;
Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için
Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini
Köle sahipleri veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü
Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;
Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri
İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini
Felsefe veriyordu onlara.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin
Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin
Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.
Ekmeğin sahipsiz felsefesini
Felsefenin sahipsiz ekmeği.
Ve yıkıldı gitti Likya.
Hala yeşil bir defne ormanı altında.
Cahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine gider. O yıllarda yedek subay sayısı az olduğundan her yedek subaya emir eri verilmektedir.
Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister. Sırayla isimlere bakmaktadır ki bir isim dikkatini çeker. Abbas oğlu Abbas…
Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas. Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister. Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısındaki civan mert yiğit biri selam çakıp;
─ Abbas oğl... dahaCahit Sıtkı askerliğini yedek subay olarak yapmak üzere birliğine gider. O yıllarda yedek subay sayısı az olduğundan her yedek subaya emir eri verilmektedir.
Birliğine gittiğinde bölük yazıcısından künye defterini ister. Sırayla isimlere bakmaktadır ki bir isim dikkatini çeker. Abbas oğlu Abbas…
Sakat çolak eli yüzünden çürüğe ayrılmış biridir Abbas. Talim bitiminde askerin yanına gönderilmesini ister. Öğle saatlerinde kapı çalınır. Karşısındaki civan mert yiğit biri selam çakıp;
─ Abbas oğlu Abbas, Emret komutan! der.
Aralarında şöyle bir konuşma geçer;
─ Nerelisin?
─ Memleket Mardin, kaza Midyat komutan.
─ Sen benim emir erim olur musun?
─ Sen bilir komutan!
Askere eşyalarını toplamasını ister ve kendi evinin altındaki boş yere taşınmasını ister. Zamanla askerin zekiliği sıcakkanlılığından etkilenir.
Abbas her sabah erkenden kalkar, Cahit Sıtkı’ya kahvaltı hazırlar. Öğle yemeğini sormadan hazırlar. Tüm ihtiyaçlarını karşıdan bir istek gelmeden düşünüp yerine getirir.
Düzenli olarak Cahit Sıtkı’nın kıyafetlerini ütüler hazırlar ve evin temizliğini yapar.
Akşamları olunca Cahit Sıtkı’nın sevdiği yemek ve mezeleri hazırlar..
Zamanla aralarında komutan asker ilişkisinden daha güçlü bir dostluk bağı oluşur. Bu saf ve temiz Anadolu çocuğundaki sadakat ve temiz yürekten etkilenmiştir Cahit Sıtkı.
Zaman zaman karşısına alıp dertleşir ve bu Anadolu çocuğunun ruhundaki gizli şeyleri keşfeder.
Akşamları rakı sofrası kurup en güzel kızartma ve mezeleri hazırlar Abbas. Aralarındaki duygu bağları güçlenir.
Böyle bir keyif akşamında alkollü Cahit Sıtkı sorar;
─ Sen İstanbul’u bilir misin Abbas?
─ Bilir komutanım.
─ Orda bir Beşiktaş var bilir misin?
─ Bilir komutan! Ben orda acemi birlikteydim.
─ Orda benim bir sevgilim var. Sen O’nu kaçırıp bana getirir misin?
─ Elbet komutan!
Sabah olur Cahit Sıtkı bakar ki Abbas yeni asker kıyafetleri giymiş, traş olmuş, hazırlanmış. Cahit Sıtkı sorar;
─ Hayırdır Abbas neden böyle hazırlık yaptın?
─ Ben İstanbul’a gidecek komutan!..
─ Ne yapacaksın sen İstanbul’da?
─ Sen söyledi bana. Ben gidecek, sana sevgiliyi getirecek!..
Gözlerindeki hüznü ve gözyaşlarını gizlemek istercesine arkasını dönüp kapıyı çarpar ve çıkıp gider Cahit Sıtkı.
Fakat bu mert askerin, yüreği sevgi dolu Anadolu çocuğunun samimiyeti ve sıcaklığından duygulanır.
Akşam olur. Ağaç altında rakı sofrası kurdurur ve Abbası karşısına oturtur. Birlikte yer içerler ve Cahit Sıtkı o meşhur şiirini kaleme döker:
Şinasi Beray, 1946 yılında, babasından kalma evin alt katındaki ahırı temizleyip meyhaneye çevirir. Ahırdan bozma olduğu için adını "ÜÇ NAL MEYHANESİ" koyar. Kapısı da kovboy filmlerindeki gibi kanatlıdır.
Mekanın müdavimleri, Ankara Lisesinden sınıf arkadaşı Orhan Veli, Cahit Sıtkı Tarancı, Melih Cevdet Anday, Sebahattin Eyüboğlu, Can Yücel gibi Türk Edebiyatının dev isimleridir.
Karikatürist Ratip Tahir Burak, veresiye defterine bir karikatür çizer ve üzerin... daha"ÜÇ NAL'A GELEN DÖRT NALA GİDER"
Şinasi Beray, 1946 yılında, babasından kalma evin alt katındaki ahırı temizleyip meyhaneye çevirir. Ahırdan bozma olduğu için adını "ÜÇ NAL MEYHANESİ" koyar. Kapısı da kovboy filmlerindeki gibi kanatlıdır.
Mekanın müdavimleri, Ankara Lisesinden sınıf arkadaşı Orhan Veli, Cahit Sıtkı Tarancı, Melih Cevdet Anday, Sebahattin Eyüboğlu, Can Yücel gibi Türk Edebiyatının dev isimleridir.
Karikatürist Ratip Tahir Burak, veresiye defterine bir karikatür çizer ve üzerine,
"İş dördüncü nalla bir ata kaldı, bir de meydana" yazar.
Bunu gören Orhan Veli, hemen altına
"ÜÇ NAL'a gelen, dört nala gider"
diye ekler.
Şair Orhan Veli,
10 Kasım 1950 günü Üç Nal Meyhanesinden çıkar, giderken belediyenin açmış olduğu bir çukura düşer ancak
bu olayı önemsemez ve İstanbula döner.
14 Kasımda bir arkadaşının evinde öğlen yemeği yerken fenalaşır. Cerrahpaşa Hastanesinde yanlış teşhisle "Alkol zehirlenmesi" tedavisi uygulanır.
Gece yarısına doğru öldüğünde henüz 36 yaşındadır.
15 Kasım günü çıkan gazetelerde ve Ankara ve İstanbul radyolarının yanı sıra BBC, Amerikanın Sesi, Paris ve Roma radyolarında aynı anda
Şair Orhan Veli'nin
"Alkol zehirlenmesinden" öldüğü
tüm dünyaya duyurulur.
İstanbul Savcı Yardımcısı Cahit Türesel bu ölüm nedenini şüpheli bulup otopsi yaptırır. Otopside ölüm nedeninin alkol zehirlenmesi değil
"Beyin Kanaması" olduğu saptanır.
Bu kanama da Ankarada dört gün önce belediye çukuruna düştüğünde başını çarpmasından kaynaklıdır.
Cebinden
30 kuruş para ile birlikte bir şiir çıkar:
"İstanbul'dan ayva da gelir, nar gelir,
Döndüm baktım,
bir edalı
yar gelir
Gelir desen
dar gelir
Günaşırı alacaklılar gelir.
Anam anam,
Dayanamam,
bu iş bana
zor gelir."
Naaşı,
"Tarifsiz kederler içinde/Rumeli Hisarında oturmuş/Bir fakir Orhan Veli" olarak, Tevfik Fikret’in, Ahmet Hamdi Tanpınar,
Tezer Özlü ve Attila İlhan’ın da yattığı Rumeli Hisarındaki Aşiyan mezarlığına defnedilir.
Mezarı için bir yardım kampanyası açılır.
Mezar projesini 'hayatının en acı projesi' olarak Abidin Dino çizer. Mimar Nevzat Kemal uygular. Pembe renkli mezar taşını da Prof. Emin Barın yazar:
ORHAN VELİ
1914-1950
.....
"Uzanıp yatıvermiş, sereserpe;
Entarisi sıyrılmış hafiften...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!.."
.....
"Beni
bu güzel havalar mahvetti..."
.....
"İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı..."
.....
"Gün olur,
alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının
peşi sıra..."
.....
"Bir de rakı şişesinde balık olsam..."
.....
"Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava..."
.....
"Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya..."
....
"Neler yapmadık
şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik..."
.....
“Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?.."
.....
Çok genç yaşta, henüz hayatının baharında ölen büyük şairimizi ölümünün 70.yılında rahmetle anıyoruz.
MEKANI CENNET OLSUN
beyaz peynire,
hüzünlendiren Neyzene,
Yakup’a, Refik’e,
arap Şükrü’ye,
can eriğe, beyaz leblebiye,
dönülmez akşamlara,
ışıldayan mehtaplara,
uçuşan martılara,
veysellere, aşıklara,
asaflara,
sahaflara,
velilere Orhanlara,
uzakta kalanlara,
yakında bulunanlara,
olmazı olduranlara, gözleri dolduranlara,
ulu çınarlara,
dev Nazımlara,
ince kıyım salataya,
ince uzun galata’ya,
iki ‘t’ li attila’ya,
tek ‘y’ li süreya’ya,
özleyip gelenlere,
sabırla bekleyenlere,
çok sevenlere,
çok sevilenlere,
kaçan gemilere,
batan güneşlere,
boğaz’a,
kavuna,
kebaba,
kordon boyuna
anlara,
anılara,
anlayana, anlatana,
konuşmadan anlaşana,
geride kalan yıllara,
yüzyıllara,
beş yüz yıla,
beş yüz yıldır hep yeni kalanlara selam olsun...
Arif Damar tarafından bir sigara pakedinin arkasına yazılan şiirdir
Arif Damar’ın 2000’lerin başında (tahmini olarak 2004) bir sigara pakedinin (More, İnce Paket, Kırmızı) arkasına yazdığı şiirdir.
Şiir, Arif Damar tarafından Zafer Yalçınpınar’a -saklaması, koruması için- Kadıköy-Yazı Kitabevi Cafe’de verilmiştir.
Masaldaki
Demir dağ sanki
Çetin
Dik
Durur aramızda
Bu
Benim erken gelişim
…………..işte dünyaya
Çaresiz zaman geçti
Ferhat’ın……….
Ne desin ne söylesin ki Şirin
Niçini yok
Ey gerçek……
Bu ... dahaArif Damar tarafından bir sigara pakedinin arkasına yazılan şiirdir
Arif Damar’ın 2000’lerin başında (tahmini olarak 2004) bir sigara pakedinin (More, İnce Paket, Kırmızı) arkasına yazdığı şiirdir.
Şiir, Arif Damar tarafından Zafer Yalçınpınar’a -saklaması, koruması için- Kadıköy-Yazı Kitabevi Cafe’de verilmiştir.
Masaldaki
Demir dağ sanki
Çetin
Dik
Durur aramızda
Bu
Benim erken gelişim
…………..işte dünyaya
Çaresiz zaman geçti
Ferhat’ın……….
Ne desin ne söylesin ki Şirin
Niçini yok
Ey gerçek……
Bu güzellik
Sadece
Sadece mahzun eder beni
İstanbulEvin içinde bir oda, odada İstanbulOdanın içinde bir ayna, aynada İstanbulAdam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanıKadın çantasını açtı, çantada İstanbulÇocuk bir olta atmıştı denize, gördümÇekmeğe başladı, oltada İstanbulBu ne biçim su, bu nasıl şehirŞişede İstanbul, masada İstanbul... dahaİstanbul
Evin içinde bir oda, odada İstanbul
Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul
Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı
Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul
Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
Çekmeğe başladı, oltada İstanbul
Bu ne biçim su, bu nasıl şehir
Şişede İstanbul, masada İstanbul
Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul
İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım
Nereye gidersen git, orada İstanbul.
Suyun doğası bir felsefe anlatır.
Mesela dağdan akan suyu düşünün.
En az direnç gösteren yolu seçer akmak için.
Yani önüne bir kaya çıkacak olursa onunla uğraşmaz,
kayayla mücadele etmez,
etrafından dolaşıp devam eder akmaya.
Suyun bu doğasından alınan ilhamla şöyle der Sufiler:
“Seninle uğraşan hiç kimseyle uğraşma,
eğer uğraşırsan onunla aynı yerde kalırsın.
Etrafından dola... dahaSU FELSEFESİ
💦💦💦💦💦💦
Suyun doğası bir felsefe anlatır.
Mesela dağdan akan suyu düşünün.
En az direnç gösteren yolu seçer akmak için.
Yani önüne bir kaya çıkacak olursa onunla uğraşmaz,
kayayla mücadele etmez,
etrafından dolaşıp devam eder akmaya.
Suyun bu doğasından alınan ilhamla şöyle der Sufiler:
“Seninle uğraşan hiç kimseyle uğraşma,
eğer uğraşırsan onunla aynı yerde kalırsın.
Etrafından dolanıp devam et yoluna.”
Diyelim ki dağdan akan su
önüne çıkan kayanın etrafından dolaşamayacak bir yola denk geldi.
O zaman ne yapar,
birikip üstünden aşar.
Yok eğer bu da olmuyorsa sabırla kayayı damla damla delmeye başlar.
Kayayı delmeyi başaran suyun kuvveti değildir, damlaların sürekliliğidir ki buna da “sabır” derler.
Sabretmek hiçbir şey yapmadan oturmak değildir.
“Sabır dikenin içinde gülü,
gecenin içinde gündüzü hayal edebilmektir.” der
Şems-i Tebrizi.
Suyun doğası imkansızın bile başarılabileceğini,
bunun için sabırlı ve istikrarlı olduğunu öğretir.
Kayayı delen su
elbette yine yoluna devam eder.
Su hep akar...
Bilir ki aktıkça temizlenir.
Bazen dere kenarlarında su birikintileri oluşur, akmayan su bulanır, çamurlaşmaya başlar.
Üzerine pislik birikir ve Sufiler bu yüzden derler ki:
“Sen su gibi ak.
Her daim yenilen.
Her gün yenilen.
İki günün aynı olmasın.
Dünü dünde bırak yeni şeyler öğren.”
Mesela su değişimden hiç korkmaz.
Ama insanlar değişimi sevdiklerini söyleseler de aslında bundan çok korkarlar.
Su değişimi ne güzel de anlatır.
Bazen yağmur olur,
bazen kar olur,
bazen buz olur,
bazen buhar olur.
Buhar olduğunda çıkar gökyüzüne yağmur olup iner yine yeryüzüne...
Ayrıca su uyumludur.
Çay bardağına koyduğunda çay bardağının şeklini alır,
kovaya koyduğunda kovanın...
Sürekli bulunduğu yere uyumlanır ama doğası hiç değişmez.
Her yere her şeye uyum sağlar.
Unutma ki dünyada her zaman doğaya uyum sağlayanlar hayatta kalır...
Uyum sağlayanlar esnektir çünkü.
Değişime direnenlerse katı.
Fırtına en sert en güçlü ağaçları devirir ama esnek fidanlara,
otlara hiçbir şey yapamaz.
O yüzden esnek olanlar, uyum sağlayanlar hayatta kalır.
Aynı zamanda akışa teslim olur.
Teslimiyet içindedir.
Çünkü bilir ki bütün dereler eninde sonunda büyük denizlere, okyanuslara akar.
Bu elinden geleni yaptıktan sonra hayatın akışına teslim olmaktır.
Su berraktır, şeffaftır.
Olduğu gibidir yani.
Paylaşımcıdır.
Hep besleyicidir.
İnsanları, hayvanları, doğayı besler.
Hayatı başlatandır.
Su olan her yerde bitkiler vardır,
hayvanlar vardır,
insanlar vardır.
İşte suyun bu yapısından dolayı Sufiler birbirlerine
Şinasi Beray, 1946 yılında, babasından kalma evin alt katındaki ahırı temizleyip meyhaneye çevirir. Ahırdan bozma olduğu için adını "ÜÇ NAL MEYHANESİ" koyar. Kapısı da kovboy filmlerindeki gibi kanatlıdır.
Mekanın müdavimleri, Ankara Lisesinden sınıf arkadaşı Orhan Veli, Cahit Sıtkı Tarancı, Melih Cevdet Anday, Sebahattin Eyüboğlu, Can Yücel gibi Türk Edebiyatının dev isimleridir.
Karikatürist Ratip Tahir Burak, veresiye defterine bir karikatür çizer ve üzerine... daha"ÜÇ NAL'A GELEN DÖRT NALA GİDER"
Şinasi Beray, 1946 yılında, babasından kalma evin alt katındaki ahırı temizleyip meyhaneye çevirir. Ahırdan bozma olduğu için adını "ÜÇ NAL MEYHANESİ" koyar. Kapısı da kovboy filmlerindeki gibi kanatlıdır.
Mekanın müdavimleri, Ankara Lisesinden sınıf arkadaşı Orhan Veli, Cahit Sıtkı Tarancı, Melih Cevdet Anday, Sebahattin Eyüboğlu, Can Yücel gibi Türk Edebiyatının dev isimleridir.
Karikatürist Ratip Tahir Burak, veresiye defterine bir karikatür çizer ve üzerine,
"İş dördüncü nalla bir ata kaldı, bir de meydana" yazar.
Bunu gören Orhan Veli, hemen altına
"ÜÇ NAL'a gelen, dört nala gider"
diye ekler.
Şair Orhan Veli, 10 Kasım 1950 günü Üç Nal Meyhanesinden çıkar, giderken belediyenin açmış olduğu bir çukura düşer ancak bu olayı önemsemez ve İstanbula döner. 14 Kasımda bir arkadaşının evinde öğlen yemeği yerken fenalaşır. Cerrahpaşa Hastanesinde yanlış teşhisle "Alkol zehirlenmesi" tedavisi uygulanır. Gece yarısına doğru öldüğünde henüz 36 yaşındadır.
15 Kasım günü çıkan gazetelerde ve Ankara ve İstanbul radyolarının yanı sıra BBC, Amerikanın Sesi, Paris ve Roma radyolarında aynı anda Şair Orhan Veli'nin "Alkol zehirlenmesinden" öldüğü tüm dünyaya duyurulur.
İstanbul Savcı Yardımcısı Cahit Türesel bu ölüm nedenini şüpheli bulup otopsi yaptırır. Otopside ölüm nedeninin alkol zehirlenmesi değil "Beyin Kanaması" olduğu saptanır. Bu kanama da Ankarada dört gün önce belediye çukuruna düştüğünde başını çarpmasından kaynaklıdır.
Cebinden 30 kuruş para ile birlikte bir şiir çıkar:
"İstanbul'dan ayva da gelir, nar gelir,
Döndüm baktım, bir edalı yar gelir
Gelir desen dar gelir
Günaşırı alacaklılar gelir.
Anam anam,
Dayanamam,
bu iş bana zor gelir."
Naaşı, "Tarifsiz kederler içinde/Rumeli Hisarında oturmuş/Bir fakir Orhan Veli" olarak, Tevfik Fikret’in, Ahmet Hamdi Tanpınar, Tezer Özlü ve Attila İlhan’ın da yattığı Rumeli Hisarındaki Aşiyan mezarlığına defnedilir.
Mezarı için bir yardım kampanyası açılır.
Mezar projesini 'hayatının en acı projesi' olarak Abidin Dino çizer. Mimar Nevzat Kemal uygular. Pembe renkli mezar taşını da Prof. Emin Barın yazar:
ORHAN VELİ
1914-1950
.....
"Uzanıp yatıvermiş, sereserpe;
Entarisi sıyrılmış hafiften...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!.."
.....
"Beni bu güzel havalar mahvetti..."
.....
"İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı..."
.....
"Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra..."
.....
"Bir de rakı şişesinde balık olsam..."
.....
"Bedava yaşıyoruz, bedava;
Hava bedava, bulut bedava;
Dere tepe bedava;
Yağmur çamur bedava..."
.....
"Ne atom bombası
Ne Londra Konferansı
Bir elinde cımbız,
Bir elinde ayna;
Umurunda mı dünya..."
....
"Neler yapmadık şu vatan için!
Kimimiz öldük;
Kimimiz nutuk söyledik..."
.....
“Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?.."
.....
Çok genç yaşta, henüz hayatının baharında ölen büyük şairimizi ölümünün 70.yılında rahmetle anıyorum.
MEKANI CENNET OLSUN
beyaz peynire,
hüzünlendiren neyzene,
yakup’a, refik’e, arap şükrü’ye,
can eriğe, beyaz leblebiye,
dönülmez akşamlara,
ışıldayan mehtaplara,
uçuşan martılara,
veysellere, aşıklara,
asaflara,
sahaflara,
velilere orhanlara,
uzakta kalanlara,
yakında bulunanlara,
olmazı olduranlara, gözleri dolduranlara,
ulu çınarlara,
dev nazımlara,
ince kıyım salataya, ince uzun galata’ya,
iki ‘t’ li attila’ya,
tek ‘y’ li süreya’ya,
özleyip gelenlere,
sabırla bekleyenlere,
çok sevenlere,
çok sevilenlere,
kaçan gemilere,
batan güneşlere,
boğaz’a,
kavuna,
kebaba,
kordon boyuna
anlara, anılara,
anlayana, anlatana,
konuşmadan anlaşana,
geride kalan yıllara,
yüzyıllara,
beş yüz yıla,
beş yüz yıldır hep yeni kalanlara selam olsun...
St-Joseph'in ana giriş kapısından çıkıp Yoğurtçu Parkı'na doğru indiğinizde Karmelit Sörleri Manastırı'nı (günümüzdeki Kadıköy Anadolu Lisesi) geçtikten hemen sonra Şifa Sokağı'na sapıyorsunuz.
Aslında, buraya sokak bile denemez. Zira sağlı sollu geniş bir alana yayılmış olan on, on beş köşkten başka hiçbir şey yoktur. Köşkleri denize doğru geçtikten hemen sonra, sol tarafta Kalamış Koyu'na bakan geniş bir ağaçlık alan göze çarpar.
Burası, Yervant Efendi’nin kiracı olara... dahaŞİFA’DAKİ KIR KAHVESİ
St-Joseph'in ana giriş kapısından çıkıp Yoğurtçu Parkı'na doğru indiğinizde Karmelit Sörleri Manastırı'nı (günümüzdeki Kadıköy Anadolu Lisesi) geçtikten hemen sonra Şifa Sokağı'na sapıyorsunuz.
Aslında, buraya sokak bile denemez. Zira sağlı sollu geniş bir alana yayılmış olan on, on beş köşkten başka hiçbir şey yoktur. Köşkleri denize doğru geçtikten hemen sonra, sol tarafta Kalamış Koyu'na bakan geniş bir ağaçlık alan göze çarpar.
Burası, Yervant Efendi’nin kiracı olarak işlettiği “Şifa Kır Kahvesi ve Gazinosu”dur. Bu geniş ve yemyeşil alanın asıl sahibi olan ana tarafından Kadıköylü Ali Bey, doğduğu yerlerin eski halini kahvede anlatıp durur.
Kahveci Yervant Efendi, yazarlara ve şairlere çok düşkündür. Yirminci yüzyıl başlarında Kadıköy adeta bir "muharrir yatağı"dır. Halit Fahri (Ozansoy) Faruk Nafiz ( Çamlıbel) , Ahmet Haşim, Yakup Kadri (Karaosmanoğlu ), Salih Zeki (Aktay), Ömer Seyfettin, Nazım Hikmet, Reşat Nuri (Güntekin), Mahmut Yesari hep bu semt-i dildar'ın (insanın gönlünü alan semt ) sakinleridirler. Topluluk genellikle akşam vakitlerinde bu kahvehanede buluşur.
Grubun lideri, Yervant Efendi’nin büyük bir saygı gösterdiği Ahmet Rasim’dir. O vakitler Kızıltoprak'ta, Fenerbahçe Stadyumu ile demiryolu arasında kalan Papazın Bağı'nda bir odada kalan yazar, hemen her akşam buraya gelir, dipte tenha bir köşedeki özel koltuğunda demlenirdi. Özgürlüğüne son derece düşkün bir yazar olan Ahmet Rasim, kendisinden önceki hiçbir yazardan etkilenmemiş, kendi döneminde moda olan edebiyat akımlarından hiçbirine bağlanmamıştır.
Aruza karşı büyük bir savaş veren “Beş Hececi”den ikisi olan Halit Fahri ve Faruk Nafiz kahvehanenin sadık müdavimleri arasındaydı. Onlara zaman zaman Orhan Seyfi Orhon'da katılmıştır. 1928 yılına kadar hece veznine bağlı kalarak şiirler yazan Nazım Hikmet, Orhan Seyfi Orhon'a “üstat” demekten hiç çekinmemiştir.
Anılan edebiyat kurmaylarının bu kahvehanede yaptıkları fikir tartışmalarının yanı sıra yazdıkları şiir ve yazılar, günümüz aydınlarına çok büyük ışık tutmuştur. Ömer Seyfettin ise içine kapanık kişiliği nedeniyle kış aylarında evinden çıkmaz, kahvehaneye daha çok mehtaplı yaz gecelerinde gelirdi.
Bizim hececiler çoğu akşamlar, Şifa'dan Moda'ya ya da Yoğurtçu'ya doğru yürüyüşe çıkarlar, gezinirken de etraftaki dilberlerin, güzel kızların peşinden koşar, ruhlarını zinde tutmaya özen gösterirlerdi. Şifa'da bir de ortak sevgilileri vardı.
Aralarında; "Şifa'daki kadın" adını verdikleri bu güzel hanım, her akşam tek başına, maşlahını rüzgarda dalgalandıra dalgalandıra gelir, kimsenin yüzüne bakmadan köşklerin önünden geçerek en uçtaki buruna kadar yürürdü. Bu hanım için hemen hemen hepsi şiirler yazmıştır. Halit Fahri'nin şiiri; "Şifa'daki Kadın" adını taşır.
Gölgelerde izini arardık o kadının,
Hala yeri sıcaktır sahilin çamlarında,
Ruha ürperme verir Şifa akşamlarında,
Arkasında kaç şair ağlardık o kadının.
Şifa Kahvehanesi 1932'de Ahmet Rasim'in ölümünden sonra kısa sürede tarihe karıştı. Acaba bu kahvehaneyi görüp de hatırlayan kaç kişi kalmıştır hayatta? Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
Kaynakça: Köşe Bucak İstanbul - Osman Cemal Kaygılı / Kahveler Kitabı - Salah Birsel
Bu yazı St-Joseph’liler Derneği yayın organı “BÜLTEN”de yayımlanmıştır.
Erdal Tunçok